bilgi-dünyam
  ERTUGRUL 3
 

 F. KURTULANLARIN İSTANBUL'A GETİRİLMESİ 

Kazazedelerin İstanbul'a getirilmeleri işini Ruslar ve Japonlar üstlenmek istemiştir. Ancak her iki devletin de teklifi Osmanlı Devleti tarafından reddedilmiştir. Japonların gemisinin harp gemisi oluşu, Ruslar açısından da mevsimin uygun olmaması redde sebep teşkil etmiştir. Netice olarak kazazedelerin İstanbul'a posta vapuruyla getirilmelerine karar verilmiştir. Ancak daha sonra Japonya'nın ısrarı üzerine, Japon harp gemileri ile getirilmeleri uygun görülmüştür. Osmanlı Devleti, Japonların, kazazedeleri İstanbul'a getirme hususundaki isteklerini kabul etmiş olmakla birlikte, gemilerin Çanakkale Boğazı'ndan geçmesine müsaade etmeme kararı almıştır.

Hiyei ( komutanı Tanaka ) ve Kongo ( komutanı Hideka ) adlı bu iki Japon harp gemisi kazazedeleri alarak yola çıkmıştır. Türk hükümeti, kazazedeleri alarak, İstanbul'a getirmesi için İngilizce bilen İzzeddin Vapuru Komutanı Rıza Bey'i Port Sait'e göndermişti. Rıza Bey, Japonlara kazazedeleri İstanbul'a kendilerinin götürmek istediklerini söylemiş, ancak Japonlar imparatorlarından kendilerinin götürmeleri konusunda emir aldıklarını ifade etmişlerdir. Birlikte Beşike'ye gelmişlerdir. Gemilerin Çanakkale Boğazı'ndan geçiş izni yoktu. Bu izin çıkıncaya kadar Beşike'den İzmir'e gelmişlerdi ve İzmir'de beklemişler, izin çıkınca da kendilerini karşılayan Talia ve İzzeddin Vapurları ile birlikte İstanbul'a hareket etmişlerdir. Japon subayları ve erlerinin karaya çıktıklarında Rum, Ermeni ve İtalyan serserileri tarafından rahatsız edilmemeleri için de bahriyeden subaylar ve erler görevlendirilmiştir. Bunlar İngilizce bilenler arasından seçilmiştir. Japonların kentteki gezileri sırasında, tercümanlar, dellallar ve tüccarlar tarafından rahatsız edilmemeleri ve uygunsuz kişileri yanlarına yaklaştırmamaları için, özellikle Ertuğrul'dan kurtulmuş olanlar arasından yardımcılar da görevlendirilmiştir. Öyle sıkı önlemler alınmıştı ki, sadece bir kez Yahudi bir sarrafın para değiştirirken hile yaptığı şikayetinin alınması üzerine bu işi kapatmakla hahambaşı görevlendirilmiştir.

Yine bir defasında da Fındıklı'da şeker satın alan Japon erleri bunları ceplerine sığdıramayınca artanı sebilin üstüne bırakıp gitmişlerdi. Bunun üzerine derhal karakola haber verilmiş ve şekerlerin başına bir zaptiye neferi yerleştirilmiştir. Japonlar akşama döndüklerinde, şekerlerini bıraktıkları gibi bulup almışlardır.

Bu iki Japon gemisi mürettebatına çeşitli rütbelerden Osmani ve Mecidi nişanları, tahlisiye, iftihar ve zayi madalyaları verilmiştir. Madalya verilen Japon subaylarının isimleri ilgili belgelerde kayıtlıdır.

Japon gemilerinin kumandanlarına ayrıca Padişah tuğralı, elmas işlemeli, altın sigara kutusu hediye edilmiştir. Japon İmparatoru'na verilmek üzere de II. Abdülhamid'in teşekkürlerini ihtiva eden bir mektup da hazırlanmıştır.

Hiyei ve Kongo'nun İstanbul'u ziyareti Türk kamuoyunu etkilemiştir. Buna örnek olarak Tercüman-ı Hakikat gazetesinde "Japonya Medeniyeti" başlığıyla yayınlanan Mustafa Refik'in makalesindeki şu bölüm verilebilir:

"Bugünkü Avrupa uygarlığını kabulde bir sürat-ı fevkalade ile hareket eden milletlerin en birincisi Japonlardır. 'Münteha-yı Şark (Uzakdoğu) Fransızları olan Japonlar, Fransızlar kadar nazik, dostluğu ve misafirperverliği sever bir kavimdir. Cihanın dikkat-ı nazarını ve teveccühünü artık tamamıyla çekmeye başlamış olan işbu 'Doğu Fransızları' ile biz de yeni bir şekilde iyi ilişkiler kurmakta bulunduğumuzdan dolayı ne kadar iftihar etsek yine azdır".

"Kaya Alp" müstearı ile "Genç Kalemler"de bir Japon'dan tercüme ettiği, Japonya ile ilgili bir makalesi yayınlanan Ziya Gökalp de, iki Japon gemisinin ziyareti ve Japonlar hakkında oluşan Türk kamuoyu ile ilgili şunları yazmaktadır: "Rüşdiye mektebinde coğrafya okurken Japonya'yı da diğer memleketler gibi öğrenmiştim. Bu sırada idi ki Japon sularında gark olan Ertuğrul gemisinin bahtiyar bir tesadüfle kurtulan mürettebatını hamil iki Japon gemisi İstanbul'a gelmişti. Coğrafya kitabındaki o kelimeler, Japon kelimeleri, bu iki gemi ile canlanmıştı. O bize hiçbir mana ifade etmeyen satırlar gözümüzün önündeki iki gemi ile bariz bir şekil almıştı.

Herkes onları, dünyanın öbür ucundan gelen ve avam lisanındaki (Yecüc Mecüc) ifadesine canlı birer kahraman teşkil eden küçük boylu, sarı benizli adamları görmeye, gemilerini gezmeye gidiyordu. Gemileri görmeye gidenler o küçük adamların misafirperverlik eseriyle dönüyorlardı: Tütün içenlere ince, sarı bir tütün, yahud ince kağıtlar hediye ediyorlardı.

Bir gün birkaç Japon zabiti, bulunduğum mektebe gelmişti. Bütün arkadaşlarım gibi bende o zabitlere hayretle, hayretten ziyade onlarda bize benzemeyen bir şeyler aramak, görmek gayretiyle bakıyordum. Fakat hayrete, taaccüb-ü şayan bir şey görememiştim. Bunlar küçük, bellerindeki kılıçlar da bir bıçak kadar ufak idi. O zaman Japon ismi küçüklüğe, inceliğe delalet eden bir sanat olmuştu. İşte ilk hatıralar bundan ibaret idi.

Japonya'yı yeniden meydana çıkaran Çin harbi oldu. Japon-Çin harbi, herkesi yeniden Japonya'ya göz attırdı. Pek az zaman içinde Çin'in payitahtına kadar muzafferen yürümeleri herkesin dikkat-i gözlerini kendilerine çevirecek mühim bir hadise idi. Bundan sonra Japonya'yı ve Japonları bu kadar iğtişaşında, daha sonra Rus-Japon harbinde görüyorduk. O küçücük adamlar buralarda büyümüş, pek büyümüştü.

İlk tanıdığımız zaman nasıl küçük, ince, zayıf görüyor ve insanlardan, bizden başka bir mahluk gibi telakki ediyor idiysek sonra da büyük, pek büyük, kavi, korkunç ve yine de insanlardan, bizden pek başka bir mahluk olmak üzere tanıyorduk. Hala bu büyük Japonya'nın terakkiyatını hayretle, fakat ibretle görmeliyiz.

Garbın en müterakki, en mütemeddin milletlerini kıskandıracak derecede ileri giden, en kuvvetli, en müthiş hükümetleriyle boy ölçüşen bu aksa-yı şark İngilizlerinin nasıl ilerlediklerini öğrenmeliyiz".

Görüldüğü üzere artık Japonya, kimine göre "Münteha-yı Şark Fransızları", kimine göre de "Aksa-yı Şark İngilizleri" idiler.

İki Japon gemisi yirmi gün kadar İstanbul'da kalmış, 10 Şubat'ta buradan ayrılmış, Yunanistan'ın Pire limanına da uğrayarak 10 Mayıs 1891'de Shinagawa koyuna varmışlardır

YOLCULUĞUN ETKİLERİ
Ertuğrul Fırkateyni'nin Japonya'ya giderken yol güzergahındaki Müslüman ülkelerinin limanlarına uğrayacak olması, Halife bayrağını taşıyan bir elçi durumuna sahip olması demekti. Nitekim yol boyunca uğradığı İslam ülkelerindeki yerli Müslüman halk tarafından büyük ilgi ve sevgiyle karşılanmıştır. İlk defa bir Türk gemisinin buralara gelmesi ve Türk bayrağının dalgalanması, askerlerin Cuma günleri halk ile beraber namaz kılmaları, halk tarafından coşkuyla karşılanıyordu. Halk, Ertuğrul'a "bağımsız Müslüman toprağı" diye namaz kılmaya geliyor, bandonun verdiği konserleri dinlemek için ağaçların tepelerine kadar tırmanıyorlardı. En önemlisi de Cuma günleri hutbelerde halifenin adının okunmasıydı. Bu coşku sömürge yöneticilerini de etkilemişti ki, Türk subay ve erlerine büyük saygı göstermişlerdir. Bazı Avrupa çevreleri tarafından Abdülhamid'in Japonya ile ilişki kurma teşebbüsü Japonları İslama davet şeklinde yorumlanmıştır. Bunun sebebi halkın gösterdiği coşkulu davranışlardır. Avrupalılar bir pan-İslam hareketinden korkuyorlardı. Yine halktaki bu coşkunun sebebinin ne Abdülhamid'in ne de Türk subaylarının rolü olmadığını, içlerinden gelen bir davranış olduğunu görüyorlardı. Onları asıl korkutan da buydu.Ertuğrul yolculuğunu tamamlayabilseydi bu anlamda yaratacağı etki daha büyük olacaktı.

Yolculuk boyunca yerli halk Müslüman oldukları için Türk askerlerine gösterdikleri yakın ilgiyi, onlara yardım ediyorlar diye Japonlara da gösteriyorlardı.

Japonya'daki Fransızlar ve Ruslar, Ertuğrul'un bu ziyaretini samimi karşılamışlardı. Memnun olmayan ise İngilizlerdi. Çünkü yol güzergahındaki Müslüman limanlarını ziyaretleri İngilizlerin Asya siyasetine ters düşüyordu. Onlar bu ziyaretleri Aden, Hindistan ve Güney Asya'da Osmanlı Devleti'nin propagandası olarak mütalaa ediyorlardı. Bu sebepledir ki İngilizler, İngiltere'nin Asya'daki nüfuzunun kırılacağı düşüncesiyle Ertuğrul'un faaliyetlerini yakından izlemişlerdir. Onları endişelendiren Panislamizmin buralarda yayılmasıydı.

Hollanda ise geminin yolculuğu sırasında duruma göre hareket etmiştir. Gemi Japonya'ya giderken, Osmanlı hariciyesinin Hollandalı sömürgecileri fazla rahatsız etmemesi için Sunda Adası'na uğramamasını istemesiyle buraya uğranılmamıştı. Bunun üzerine burada hemen Osmanlı Devleti aleyhine yazılar yayınlanmıştır. Halbuki başta, geminin uğrayacağını zanneden yöneticiler, halkı kontrol edebilmek için, Hollanda'nın Hind denizinde idaresi altında bulunan limanlara, Türk temsilcilerine gereken saygının gösterilmesi için emirler göndermişti.

Nitekim, Osmanlı Devleti'nin, Lahey Sefareti Maslahatgüzarı'ndan Hariciye Nezareti’ne gönderilen 18 Mayıs 1899 tarihli ve 44 numaralı ve "Felemenk müstemlekatında bulunan Avrupalıların haiz bulundukları imtiyazatı Japonyalılara da bahş ve ita eden kanun lahiyasmın bu kere meclis-i mebusan tarafından kabul ve tasdik edilmiş olduğu..." şeklindeki telgraftan Hollanda'nın daha sonraki yıllarda Japonya ile ilişkilerine daha fazla önem vermeye başladığını söyleyebiliriz.

Rusya için ise, Ertuğrul'un Japonya'ya gitmesi Türk-Japon ilişkileri açısından çok önemli görünmüyordu. Bu konu ile ilgili olan yazıların çoğunda "talim gemisi" ifadesinin Türk-Japon dostluğunun gelişmesini istemeyen Rusları kışkırtmamak için bir bahane olduğu söyleniyordu. Oysa daha önce de belirtildiği gibi Ruslar, bu geziden zararlı çıkacak tarafın İngiltere olacağını düşünüyorlardı.

Ertuğrul'un Japonya'da kaldığı zaman içinde buradaki Rusların Ertuğrul'un mürettebatına çok iyi davrandığı Osman Paşa'nın mektubundan anlaşılmaktadır. Kazadan sonra ise Rusya, Almanya'nın yardım ettiğini görünce, yardım etmek bir yarışmış gibi bu yarışa katılmıştır. Almanlar kazazedelerin taşınması için "Wolf "adlı harp gemisini göndermişlerdi. Ruslar bunun üzerine harekete geçmişler, Japonya'daki Rus sefiri kazazedeleri İstanbul'a götürmeyi Japon hükümetine teklif etmiştir. Japonlar bunu Osmanlı hükümetine bildirmişlerdir. Osmanlı hükümeti tarafından bu sakıncalı bulunmuştur. Daha sonra Japonların ısrarı üzerine, Japon İmparatoru'nun kazazedelerin Japon gemileriyle götürülmesi teklifi kabul edilmiştir. Rus sefirine bu teklifinden dolayı da Osmanlı Devleti tarafından madalya verilmiştir.

Fransa'nın da Ertuğrul'un denizden çıkarılan eşyasının İstanbul'a getirilmesi konusunda bir girişimde bulunduğu görülmektedir. Mesajeri Kumpanyası'nın İstanbul temsilcisi Martin de Palyer, Hariciye Nezareti’ne gelerek, eşyanın kumpanyaları aracılığıyla İstanbul'a getirilmesini teklif etmiştir.

Görüldüğü üzere Ertuğrul'un Japonya yolculuğu Ruslar'ı pek de fazla rahatsız etmemiştir. Ancak yine de Abdülhamid, Ruslar’ı kuşkulandırmak istememiştir.

Mesela, kazazedeleri İstanbul'a getirmekte olan iki Japon harp gemisini, Çar'ı kuşkulandırmamak için ilk önce İzmir'e göndermiştir. Bununla birlikte, bu yolculuk en çok İngiltere için tehlike arzediyordu. Çünkü Osmanlı İmparatorlu’ğu bu yolculuk sayesinde İngilizlerin Osmanlı Devleti aleyhindeki hilafet kampanyasına karşılık veriyordu. Bir anlamda Avrupalı devletlerin, özellikle İngiltere'nin sömürgesi altındaki Müslüman ülkeleri ziyaret ederek, halkın bu Türk gemisine karşı olan coşkusunu ve ilgisini göstererek onları uyarıyordu. Bir diğer yandan da Uzakdoğu'da emelleri olan Rusya'ya karşı kendine bir müttefik arıyordu




Jean Michel Jarre
Equinoxe IV

www.uslanmam.com
 
  Bugün 13 ziyaretçi (15 klik) kişi burdaydı!  
 
Arama.CC - Site Ekle, Link Ekle, Toplist, Url Ekle Eğitim Web Siteleri Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol